Yarın uzun süreden sonra ilk kez sinemaya gideceğim. Sinemadan anlamam, diyorum; ama sinemaya gitmeyi, öncesinde sonrasında salonun etrafında vakit geçirmeyi, film üzerine konuşmayı severim. Sinemaya uzun zamandır gitmememin en büyük nedeni sinema salonlarının AVM'lere tıkılması. Tam bu noktada beyaz yakalı hayatımın son günlerinde yazdığım Kapısı Sokağa Açılan Sinema Salonları yazım aklıma geldi, bloguma dönüp okudum; yine olsa yine yazardım, dedim. Buraya da eklemek istedim. (Utku)
17. Bağımsız Filmler Festivalinde "Sevmek Zamanı" varmış. Evin sinemadan sorumlu devlet bakanının en sevdiği film. Uzun zamandır gitmediğim festivale bu vesileyle daha detaylı baktım. Epey film de işaretledim. Üniversite zamanlarımızda yaptığımız gibi tüm gün bir film - bir bira - bir film - bir bira yaparız, diye plan yaptık bile arkadaşımla. Hatta bi' çılgınlık yapıp izin almayı ve hafta içi gitmeyi de planlıyoruz. Beyaz yakalı olmak, sınırlı üç beş izin gününü en iyi şekilde değerlendirmeyi gerektirir.
Mekanlara baktım; festivale neden uzun süredir gitmediğimi hatırladım. Hepsi AVM'lerde, AVM'den pek de farkı olmayan kültür merkezlerinde. Sokakta yok.
Bağımsız Filmler, Bağımlı Mekanlar
Kent değişiyor, biz de değişiyoruz. "Her şey olduğu gibi kalsın; ama biz değişelim" demek bencillik, dahası saçma. Kentle birlikte değişeceğiz elbette; ama değişikliğin ruhsuzluğa evrilmesi can sıkıcı.
Yusuf Atılgan ve Aylak Adam
Sokağa çıkan salonlardan bahsederken Yusuf Atılgan'dan bahsetmemek olmaz. Yusuf Atılgan'ın -tüm zamanların, tüm dillerin, tüm kelimelerin- en iyi kitabı Aylak Adam'dan sinemadan çıkan insan tanımı:
"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar."
Sinemadan çıkan aylak adamın sokağa çıkması, ölü insanların içinde yürümesi, yürürken de düşünmesi gerekiyor. Düşünmesi gerekenlerin izledikleri olması gerekiyor, çıkışın nerde olduğu, arabayı hangi kata koyduğu değil.
Kapısı Sokağa Çıkan Emek Sineması
Akbank'ın sponsor olduğu 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali reklam filmini tam bu noktada hatırlatmak istiyorum. Reklamda "Her şey değişir? Bir senede neler neler değişti; ama değişmeyen bazı şeyler vardır." diyor ve Emek Sinemasına giren kişileri gösteriyor. 9 sene sonra geriye dönüp baktığınızda o "değişmeyen şeylerin de değiştiğini" görüyorsunuz. Değişsin de, kapısı sokağa açılan sinemaları üst katlara sıkıştırılmasın, restore ediyoruz diyerek ucubeye çevrilmesin.
Film burada:
Tam bu noktada "Grand Pera Yalnızlığı" mini belgeselini paylaşmak isterim.
Sinema benim için konforlu koltuktan daha fazlası: Öncesinde, sonrasında içtiğim bira mesela. Çıkışta sokağa karışmak, sokakta öylesine yürümek. "Utku, yılda 3 film izlersin; bu romantizme ne gerek var?" derseniz haklısınız da. Bir de şöyle düşünün, belki de beni sinemada uzaklaştıran kapısının sokağa açılmaması olmuştur.
Bağımsız Filmler Festivalini seviyorum. Bağımsız işler yapan sinemacıların salon ve sponsor bulmakta zorlandığının farkındayım. Hele ki insanların neyi nasıl yapmaları gerektiğini söylemek, beyaz yakalı konforumda hiç bana düşmez, onun da farkındayım. Sadece sesli düşündüm.
Emek bizim.
Sevgiler,
Utku Yazı utkuyilmaz.net'ten alınmıştır.
Comments